Sepetim 0 Toplam: 0,00 TL

Kalıtsal Travmaların Gizemi: Seninle Başlamadı

Mark Wolynn, yeni çıkan “Seninle Başlamadı: Kalıtsal Aile Travmalarının Kim Olduğumuza Etkileri ve Üstesinden Gelme Yolları” adlı muhteşem kitabın yazarı. Kendisi aynı zamanda Kuzey Kaliforniya Hellinger Enstitüsü direktörüdür. Uzmanlık alanları arasında depresyon, anksiyete, takıntılı düşünceler, fobiler, panik bozuklukları, intihar eğilimi, kronik hastalıklar ve diğer güçten düşürücü koşullarla mücadele yöntemleri bulunmaktadır.

Aynı zamanda bir şair olan Wolynn, Pittsburgh Üniversitesi, Batı Psikiyatri Enstitüsü, Kripalu Yoga ve Sağlık Merkezi, New York Açık Merkezi, Omega Enstitüsü ve Kaliforniya İntegral Çalışmalar Enstitüsü gibi çeşitli tıp ve eğitim merkezlerinde konferans ve atölye çalışmaları yapmaktadır. Mark Wolynn, bana kalıtsal travmanın gizeminden ve bu travmaların etkisiyle insanlarda oluşan psikolojik problemlerin çözümünde kullandığı yenilikçi yöntemlerden bahsetti.

Mark Matousek: Travmaların belki de hiç tanışmadığımız akrabalarımızdan bize miras kalabileceğini öğrendiklerinde okurlarınız oldukça şaşıracak.

Mark Wolynn: Çoğumuz sebebini bilmediğimiz veya açıklayamadığımız travma belirtileriyle yaşarız. İster ani başlangıçlı ister kronik olsun, hepimizin kaynağını bulamadığımız endişelerimiz, depresyonlarımız ve takıntılı düşüncelerimiz vardır. Elbette kişisel sorunlarımızı ebeveynlerimizin ya da onların ebeveynlerinin yaşadığı şeylerle ilişkilendirmek aklımıza gelmez. Fakat şimdi öğreniyoruz ki önceki nesillerin yaşadığı travmalar bize biyolojik miras olarak geçebiliyor. Bence bu birçok insan için oldukça şaşırtıcı bir gelişme. Bahsettiğimiz bu sorun yaratan travmalar, kimsenin hakkında konuşmadığı, görmezden gelinmiş, asla çözülmeye çalışılmamış olanlardır. İyi haber şu ki; eğer kendimizle bu travmalar arasındaki bağlantıyı kurabilirsek, yarattığı etkilerin de üstesinden gelmemiz mümkün oluyor. Kötü haber de şu; eğer bağlantıyı kuramazsak kaynağını asla keşfedemediğimiz sorunlarımızla yaşamaya devam ediyoruz.

Mark Matousek: İnsanlar yaşadıkları travmanın kalıtsal olup olmadığını nasıl anlayabilirler? Bunun göstergeleri nelerdir?

En bariz işaretlerden biri, belli bir yaşa geldiğimizde veya hayatımızın belirli bir döneminde aniden başlayan korku veya endişelerdir. Sanki içimizde atalarımızdan kalma bir çalar saat çalmaya başlar. Örneğin, çocuk sahibi olduktan sonra kendisini yiyip bitiren bir kaygı problemi yaşayan bir kadınla çalışmıştım. Ondan önce böyle bir endişe sorunu yoktu, ama şimdi yeni anne olmuş bir kadın olarak vardı. Ona kitabımda da özetlemiş olduğum bazı soruları sorduğumda, bebeğine zarar vermekten çok korktuğunu söyledi.

Ona, aile geçmişinde bebeğine zarar veren birisinin olup olmadığını sordum. Biraz düşündükten sonra, büyükannesinin genç bir anne iken evde yaktığı bir mum sebebiyle çıkan yangından ve bu yangında bebeğini kaybetmiş olmasından bahsetti. Yangın evin her tarafına yayılmıştı ve büyükannesi bebeğini dışarı çıkaramadığı için bebek hayatını kaybetmişti. Bu hikâyenin aile içinde konuşulmasına asla izin verilmediğini de söyledi. Ve o anda büyükannesinin yaşadığı bu travmayı bedeninde kalıtsal bir miras gibi taşıdığını fark etti. Onun geçmişiyle ilgili bu bağlantıyı kurması, iyileşmesi için gerekli adımları atabilmemizi sağladı.

Kalıtsal travmalarla doğduğumuz durumlar da var. Sanki bize aitmiş gibi hissettiğimiz ama aslında bize ait olmayan ve hayat boyu süren depresyonumuz olabiliyor. Asla bunları deşmeyi düşünmüyoruz. Asla bizden ayrı bir şeylermiş gibi düşünmüyoruz. Bir travma bir aileyi etkilediğinde, bu etki genler aracılığı ile nesilden nesile aktarılabiliyor.

Mark Matousek: Bu döngüyü kırmaya nereden başlamalıyız?

Öncelikle yaşadığımız sorunlar ve kökenleri arasında bağlantı kurmamız gerekiyor. Bu genellikle aile geçmişimizde yaşanan bir travma oluyor.

Daha sonra, birçoğumuzun içinde var olan ve travmaya karşı gösterilmiş önceki tepkiyi-bize miras kalan- yenecek kadar güçlü yeni bir deneyim yaşamamız gerekiyor. Sonra bu deneyimin yarattığı yeni duyguları pratik etmeye çalışırız. Burada amaç, ilgiyi bize acı veren bu döngüden uzaklaştırıp beynin diğer kısımlarına çekmektir. Kitapta bunu başarabilmenin yeni yöntemini öğretiyorum; beyinde yeni nöral bağlantılar oluşturmak ve böylece beynimizin değişebilmesini sağlamak.

Mark Matousek: Kalıtımsal mirasla ilgili meseleleri merak ediyorum. Kimden geldikleri, kim oldukları ve kendileriyle ilgili beklentilerinin ne olabileceği konusunda hikayeleri olan insanlarla çalışıyor musunuz?

Hikâyenin altında yatan hikâyeyi dinlerken Çekirdek Dil Yaklaşımımı kullanıyorum.

İnsanların korkularını ve yaşadığı semptomları anlatmak için kullandıkları duygu yüklü kelimeler, bizi ailelerindeki travmatik hikayelere götüren ekmek kırıntıları gibidir. Bir keresinde kollarında, bacaklarında ve karnında açtığı derin yarıklar yüzünden defalarca kan kaybı sebebiyle hastaneye yatırılmak zorunda kalan, 24 yaşında bir kadınla çalışmıştım. Ona, kendisine böyle zarar vermeden hemen önce ne düşündüğünü sordum. “Ölmeyi hak ediyorum.” diye cevap verdi. Daha hayatının baharında olan bu kadına bakıp, ona bunları yaşatan şeyin ne olabileceğini düşündüm. Ona, daha önce birisine zarar verip vermediğini, ya da birisini terk ederek intiharına sebep olup olmadığını sordum. “Öyle bir şey değil” diye cevap verdi. Fakat 2 ayrı hikâye olduğunu fark ettim: Kendisine zarar veren bir kadın ve ölmeyi hak ettiğini düşünen bir kadın.

Çocukluğu ve ailesiyle olan ilişkisi de mutlu ve sorunsuz görünüyordu. Daha sonra aile geçmişiyle ilgili daha derinlere indik. Alkolik olan büyükannesi bir gün sarhoşken araba kullanıyor, bu esnada da yan koltukta büyükbabası oturuyor. Büyükanne aniden bir telefon direğine çarpıyor ve büyükbabası da arabanın camından dışarı fırlayıp, cam kırıkları yüzünden oluşan kanamaları sebebiyle ambulans gelemeden orada ölüyor. Bana bu hikâyeyi anlattığı sırada, aradaki bağlantı anlamlı hale gelmişti. Kendi vücudunu kesmesiyle aslında kendini büyükbabası ile ilişkilendirmişti. Aynı zamanda büyükannesinin yaptıklarından dolayı da kendisini cezalandırıyordu. Ölmeyi hak ettiğini düşünen aslında büyükannesiydi. Bu, ailede kimsenin hakkında konuşmadığı bir hikayeydi. Kaza olduğunda babası 12 yaşındaymış. Danışanım bu hikâye hakkında babasıyla asla konuşamamış. Böylece bu onun hem içsel hem fiziksel olarak dili ve eylemleri aracılığıyla canlandırdığı bir şeye dönüşmüş.

Mark Matousek: Peki bu bağlantıyı kurduğunda travma sona erdi mi?

Evet, kendine zarar vermeyi bıraktı. Yaptığımız seanslara babasını da getirmesini istedim ve biz babasıyla terapi yaparken de bizi izlemesini rica ettim. Babası da kendisinde eksik olan duygulara, anne ve babasına duyduğu sevgiye artık ulaşabiliyordu ve bu annesi ve onun alkol bağımlılığı hakkında konuşabilmemiz sayesinde oldu.

Çoğunlukla ebeveynlerimizle aramızdaki ilişkinin önünde duran engel, bir travmadır. Bize yaptıkları şeyleri kişisel almak yerine onların geçmişine bakıp yaşadıkları travmaları görebilir ve bu mesafeli, uzak davranışlarının ya da alkolik olmalarının sebebini de anlayabiliriz.

Mark Matousek: Bana öyle geliyor ki, ebeveynlerimizle ve büyükanne-büyükbabalarımızla bağ kurma süreci onlara duyduğumuz şefkatimizi arttırıyor. Sen de bunu tecrübe ettiğini düşünüyor musun?

Kesinlikle doğru. Eğer bağ kurmayı becerebilir ve onların davranışlarını etkileyen travmalarını görebilirsek onlara karşı anlayışlı olmaya başlıyoruz ve bu da onlara duyduğumuz şefkati arttırıyor. Merhamet, bakış açımızı genişleterek bağ kurabilmemizi veya huzura erebilmemizi sağlıyor.

Mark Matousek: Fakat merhamet ve gerçekler birbirinden farklı şeyler. Yani ayağımıza yanlışlıkla basan kişinin kör biri olması ayağımızın acıdığı gerçeğini değiştirmiyor. Ebeveynlerimizin yaşadıklarına karşı anlayışlı olmamız kendi yaşadığımız acıları yok saymıyor.

Hayır, ama geliştirdiğimiz yeni bakış açımız sayesinde onları kişisel almama becerisini ediniyoruz.  

Mark Matousek: İnsanların bu travmalardaki acıların farkına varma ve onları iyileştirme deneyimlerine nasıl dahil oluyorsun?

Bunun için kullandığım birkaç yöntem var. Size hayatı boyunca depresyon yaşamış ve kalbini kapatmış 60 yaşında bir kadının yalnızca bir seansta nasıl derin bir merhamet duygusuna kavuştuğunu anlatacağım. Kendisi defalarca evlenmiş ve kalp kırıklıklarıyla dolu bir ilişki geçmişi vardı. Ona ailesinde ne yaşandığını sorduğumda bana oldukça iyi bildiği hikâyeyi anlattı. Kendisi doğmadan bir yıl önce annesinin bir bebeği olduğunu ve onu emzirirken uyuyakaldığı için bebeğin boğularak öldüğünü söyledi. Bu travmayla baş edemeyen anne ve babası acılarını yatıştırmak için kısa bir süre sonra yeniden bebek sahibi oldu. Ancak bu travma yeni hamileliği derinden etkiledi. Muhtemelen annesi, kendini anne olmaya layık olmayan korkunç biri gibi hissediyordu ve bebeğe zarar verme ya da onun ölümüne sebep olma korkusunu da taşıyordu. Yani danışanım, bebeğini isteme ve ona zarar vermekten korkma duyguları arasında sıkışmış bir annenin rahminde büyümüştü. Tüm bunlar annenin karnındaki bebeğine uyum sağlayabilme becerisini etkilemişti ve bu da danışanımın annesiyle arasındaki ilişkide kopukluğa sebep olmuştu. Nitekim kendisi de annesiyle ilişkisinin hiç iyi olmadığını ve onun hep soğuk ve mesafeli olduğunu söylemişti.

Ve bu 60 yıl böyle sürdü, ta ki ondan kauçuk köpükten yapılmış bir çift ayak izi üzerinde tıpkı annesiymiş gibi durmasını istediğim ana kadar. Sonra ona annesinin adıyla seslendim ve şöyle dedim: “Evelyn, kızın burada. Önündeki sandalyede oturuyor.” Sonra yere bir çift bebek ayak izi koydum. Ve Evelyn’nin tek yapabildiği bu bebek ayak izlerine öylece bakmak oldu. Daha sonra: “Evelyn, sandalyede kızını görebiliyor musun?” diye sordum.

“Hayır, göremiyorum.” diye cevap verdi. O anda, annesinin yaşamak zorunda olduğu duyguları kendi içinde yaşamıştı. “Kızımı göremiyorum, tek görebildiğim şey o bebek ve kendimi çok korkunç ve suçlu hissediyorum.” diye devam etti. Daha sonra hemen çantasını aldı ve odadan dışarı fırladı. Nereye gidiyorsun diye sorduğumda da annesinin 85 yaşında olduğunu ve ona seni seviyorum demek için fazla vakti kalmadığını bu yüzden hemen eve gitmek zorunda olduğunu söyledi.

Mark Matousek: Bu çok güçlü...

Kendisini annesinin yerine koyan danışanım nihayet yaşadığı şeyin asla kişisel olmadığını anlıyor. Annesinin tüm ilgisi bebeğinin ölümüne sebep olmasından dolayı yaşadığı suçluluk ve keder duyguları tarafından tüketiliyordu. Dolayısıyla annesini soğuk ve mesafeli olarak hissetmesi danışanımın yaşadığı kendi deneyiminden ötürüydü. Sahip olduğu yeni anlayış ise şefkati doğurdu. Bu acısını ortadan kaldırmadı ama onu anlayabilmesi için bir bağlam yarattı. Sonra da daha derin bir bağlam yaratarak asla gün yüzüne çıkarmadığı duygularını keşfetmesini sağladı. Bu da hem annesi tarafından sevilme hem de annesini sevme arzusunu doğurdu.

 

Mark Matousek: Yani bu süregelen travma zincirini kırarsanız, bu travmaların size uzanan bağlarını da kırmış olursunuz.

Doğru. Birileri ofisime ya da yönetmiş olduğum atölyelerden birine geldiğinde tek dileğim, onları uzun zamandır içinde bulundukları hikâyenin tesirinden kurtarabilmek oluyor, çünkü hikâyenin tesirindeyken ebeveynlerimizin veya aile bireylerimizin davranışlarının altında yatanları göremiyoruz. Hikayelerine girebildiğimizde ise gördüğümüz şey, en önemli parçanın eksik olmasından dolayı kafamızdaki algılarının da tamamlanmamış olması. Bu eksik parça annemizin bizi sevmemiş olması değil, sevememiş olması, babamızın bizi istememiş olması değil, yanımızda olamamış olması. Söylediğim gibi bakış açımızı genişletmek, bizi olayları gördüğümüz dar açıdan kurtarabilir. Aslında bu bakış açısı hayatımızın da nasıl devam edeceğini belirliyor. Daha derin bir şekilde bakmaya başladığımızda, travmaların aslında keşfetmemiz gereken hikayeler olduğunu görürüz. Ailelerimizin yok saydığı, görmezden geldiği şeyler bizim içimizde ya da hayatlarımızda gün yüzüne çıkabilir. Yani bizi geçmişin tekrar eden kalıplarından koruyacak şey, onlarla olan ilişkimizi iyileştirmekten geçer.

Mark Matousek: Peki ya öldülerse, yine de onlarla olan ilişkimizi iyileştirebilir miyiz?

Evet, kitabımda da anlattığım gibi ebeveynlerimiz ölmüş olsa da onlarla olan ilişkimizi düzeltebiliriz. Bunu yapmak için birçok aracımız var. Bir mum yakmak, fotoğraflarını yatağın üzerine koymak ve önemli cümleyi söylemek, konuşmak ve dinlemek…Aslında bilimsel çalışmalar yakın zamanda bize gösterdi ki; görselleştirdiğimiz, canlandırdığımız bir eylem ya da bir sohbet sanki gerçekten yaşanmış gibi beynimizde aynı etkiyi yaratıyor.

Mark Matousek: İnsanlar biyolojik aileleri ve onlardan miras kalan genetik travmaları hakkında bir şey bilmiyorlarsa ne oluyor?

Evet bu iyi bir soru. Travma hikayeleri bizim beden dilimizde ve sözcüklerimizde yaşıyor. Kitabımda da danışanlarıma aile geçmişlerini fark edebilmeyi ve Temel Dil Haritası oluşturabilmeyi öğretiyorum. Belirli bazı sorular soruyorum ve parçalar birleşmeye başladığında hikâye de ortaya çıkmaya başlıyor. Yani hikâyeyi daha önce duymamış olsak bile neler olduğunu büyük ölçüde tahmin edebiliyoruz. Eğer bazı davranışları kendi çocukluğumuzla ya da bildiğimiz hikayelerle bağdaştıramıyorsak, bu genelde aile geçmişimizde olan bir hikâyeye ait oluyor. Her zaman gördüğüm şey şu; geçmişimizi görmezden gelirsek, bizi rahatsız etmek için yeniden ortaya çıkabiliyor. Ama eğer onu keşfedersek, tekrar yaşamak zorunda kalmıyoruz. Bu rahatsızlık verici döngüyü kırmak bizim elimizde.



Kapat